HASAN KOCATAŞ
  Daktilo Metinleri
 

KLAVYE METİNLERİ MUZAFFER OKUTKAN'IN DAKTİLOGRAFİ KİTABINDAN ALINMIŞTIR...

DERS–28
Daktilo yazarken yanlış yapmamız tabiidir. Ancak, günden güne daha az yanlış yapar duruma gelinmesi de bir amaç olmalıdır. Daha az yanlış yapmak için bazı hususlara dikkat etmek gerekir. Hata yapmaktan korkmayınız; fakat dikkatli yazınız. Bir yanlış yapınca, aklımızı o yanlışa takmamak gerekir.
 
DERS–30
Beş vuruş bir kelime sayılır. İki kelime arasında kalan boşluk yani ara, nokta ve virgülden sonraki boşluklar, satır sonunda kol atma da, tıpkı harfler gibi, birer vuruş sayılır. Metinlerin sağında bulunan sayılar kelime toplamını, altındakiler de yarım kalan son satırın kelime sayısını gösterir.
 
DERS–31
Parmaklar, temel sıradaki tuşların üzerinde bükük olarak durur. Sadece parmak uçları temel sıradaki tuşlara değer. Böylece tuşlara vurmak kolay olur. Parmak tuşa hızla uzanır; sonra hemen temel sıradaki yerine döner. Her tuşa, tereddütsüz vurunuz. Bir kelimeyi yazınca hemen öbür kelimeye geçiniz.
 
DERS-
Tarih dersinde, Atatürk, dersini anlatıp bitirmiş olan öğrenciye, çocuğum yalnız bir şeyi söylemeyi unuttun; Türk milletini kim kurtardı, diye sordu.
Öğrenci de, Atamız kurtardı paşam diye cevap verdi. Atatürk bu cevabı kabul etmedi. Hayır, çocuğum Türk milletini kendi kanı kurtardı, dedi. Atatürk Galatasaray Lisesinin sınıf içi sınavında, öğrencilerden birisine, Nil olmasaydı Mısır ne olurdu, diye sordu. Öğrenci, çabuk cevap vermek için birden boş bulunarak heyecanla ve yüksek sesle: Hapı yutardı... Dedi. Bu cevap Atatürk’ün hoşuna gitti.
 
DERS-
Atatürk’ün gerekli görmesi üzerine, köy okutma davasını ele alan bir köy komisyonu kuruluyor. Uzun müzakereler arasında içinden çıkılmaz bir konunun karşısındayız. Bütün köylerde birer okul açılması kolay, fakat bu kadar okula öğretmeni bulmak zor. Buna karşı aramızda, çavuşlardan askeri görev yapar gibi köy öğretmenliğiyle mükellef bir kadroyu kurslar açarak yetiştirmek tezini savunanlar çok. Nihayet mesele Atatürk’e arz ediliyor. Atatürk konu ile ilgili rapora şöyle yazıyor: Köy öğretmenliği üniversite profesörlüğünden daha güç ve mühim bir iştir. Bu kadar ciddi bir konuyu böyle hafif tedbirlerle çözümlemeye çalışmanız yanlış olacaktır.
 
DERS–32
Bir tuşa vururken, diğer parmaklar temel sıradaki yerinde durmalıdır. Parmak tuşa ani bir hareketle vurmalı ve sonra hemen tuşu bırakmalıdır. Tuşlara uzanım sırasında da parmaklar hiç durmadan ve bükük olarak gitmeli, tuşa vurur vurmaz temel sıradaki yerine dönmelidir. Korkusuzca daktilo yazın.
 
DERS–33
Temel sırada bükük olarak duran parmaklar tuşlara fazla yüklenmez; değer-değmez durumda durur. Eğer temel sıraya, aşağı bastıracak gibi yüklenir isek ve bileklerimizi makinenin kenarına dayarsak, bir tuşa vurunca öbür tuşlar da aşağı iner; harf kolları birbirine takılır. Kendinizi sıkmadan yazın.
DERS–34
Yazı yazarken beden dik ve biraz öne yatık durur. Makinenin çok az sağına doğru oturulur. Dirsekler bedene yakın durur. Kollar yana doğru açılmazlar. Küçük parmaklar da, öbür parmaklar gibi, bükük ve dik olarak durursa, sonra tuşa vurmak kolay olur. Harfler silik olarak değil, koyu olarak çıkarlar.
 DERS–35
Tuşlara vurma ve daktilo yazma tekniklerine büyük önem vermeniz de hatasız yazmamıza yardımcı olur. Bu konuda öğretmenin söylediklerini ve gösterdiklerini yapmaya çalışmalıyız. Parmakların tuşların üzerinde bükük olarak durması ve uzanım sırasında da bükük durumunu koruması, iyi yazış tekniğidir.
 DERS–36
Küçük parmakla bir tuşa vururken, diğer parmaklar temel sıradaki yerlerinden kaydırılmaz. Yazarken kol atarken ve yeni satırı yazmaya başlarken gözlerimizi kitaptan ayırmayız. Her iki ayağımızı da döşemede tutarsak rahat ederiz. Her gün kendi kendimizle yarış ederiz; başkalarıyla yarış etmeyiz.
 
DERS–37
Hatasız yazmak için devamlı olarak kitaba bakarak yazmalıdır. Makinedeki kâğıda ya da tuşlara bakıp yazmak dikkatimizi dağıtıp yanlış yapmamıza neden olur. Yazış hızı ile okuma hızını uygun tutmak ve böylece gözlerle parmaklar arasında uyum sağlamak da gerekir. Yanlış yapmanın suç olmadığını bilin.
 
DERS–38
Beş dakikalık bir testteki hızımızı bulmak istersek, kelime toplamını beşe; test üç dakikalık ise üçe bölmemiz gerekir. Böylece, bir dakikadaki hız bulunur. Kelime toplamı ise, sağ tarafta ve altta yazılı bulunan sayılar yardımıyla hesaplanabilir. Bitmemiş son satır için alttaki sayılara bakılır.
 
DERS–39
Yanlışları bulmak için okurken kurşun kalemin ucu harflere çok yakın tutulup kelimenin harfleri tek tek görülerek dikkatlice okunur. Yanlış kelimenin altı, birkaç harf boyunda ve kalemin tek hareketi ile, düz olarak çizilir. Yanlışlarımızı sayarken, yukarıdan aşağı eğik bir çizgi çizmek yararlıdır.
 
DERS–49
Şunlar birer yanlış kabul edilir: Bir harf yerine başka bir harf yazmak, harf atlatmak, kelimeye bitişik veya ayrı, fazla harf ya da harfler yazmak, bir kelimeyi iki kez yazmak veya tümüyle atlamak, bir kısmı yanlış olan kelimeyi yarıda bırakıp yeniden aynı kelimeyi yazmak; soru işareti, virgül, nokta gibi işaretlerden sonra ara vermemek, kelimeler arasında ara vermemek, gereksiz ara vermek, büyük harflerin satır üzerinde çıkması, harflerin çok silik olması, birbiri üstüne binmiş veya birbirine fazla yaklaşmış harfler, küçük harf olacak yerde büyük harf yazmak, büyük harf yazacağı yerde küçük harf yazmak, bir satırı tümüyle atlamak, bir satırı iki kez yazmak, iki kelimenin veya iki harfin yerini değiştirerek yazmak, iki satırı yer değiştirerek yazmak, bir satırdan diğerine kelime aktarmak, kesme çizgisini koymamak, yakıştırmayla benzer bir kelime yazmak, yanlışın üzerine doğrusunu vurmak, gerektiği halde kol atmamak, şaryoyu Fazla hızlı ya da çok yavaş atıp sol marjdan dışa doğru çıkmak yahut da içe doğru girintili yazmak.
DERS–50
Bir buluttan denize bir damla su damladı. Denizin büyüklüğünü, uçsuz bucaksızlığını gören damla çok utandı ve şöyle dedi: Denizin bulunduğu yerde ben kim oluyorum? Doğrusuna bakılacak olursa o varken ben yokum. Su damlası kendisini hakir gördüğünden sedef onu bağrına basıp naz ile besledi; felek de onu öyle yükseltti ki, padişahların taçlarına layık bir inci oldu. Gurura kapıl demem amma özünü, kendini küçük görerek ümitsizliğe de hiç kapılma. İnsanın kendini eksiğiyle ve yeteneğiyle tanıması gerekir. Hiç kimse kusursuz olamaz. Onun için kimi kusurlarına bakıp da kendine haksızlık etmeyesin.
 
DERS–51
Dünya mağruru olan kimsede dindarlık arama. Çünkü kendini gören, Allahı göremez. Makam ve mevki elde etmek istersen, kimseye hakaret etme ve hakir göz ile bakma. Akıllı kişi, büyüklüğün ve yüksekliğin kibirle elde edileceğini aklından geçirmez. Eğer, halk senin huyunu beğeniyorsa bundan daha yüce ve şerefli bir rütbe olamaz. Birisi gelip sana kibir taslarsa sen onu büyük gerebilir misin? O kişiye büyük diye bakabilir misin? Yüksek bir yere eriştiğin zaman, akıllı isen düşkünlere gülme. Çünkü nice nice makam sahibinin düştüğü ve o hakir gördüğün düşkünlerin, onların yerine geçtiği hayatta çok görülmüştür. Farz edelim ki, bir kusurun yok, temiz bir adamsın. Bana kusurlu olduğum için kötü Gözle bakıp hakaret etmeye, aşağılamaya kalkışma.
 DERS–52
Büyük harf tuşuna basan küçük parmak da bükük tutulur. Öbür parmaklar avuç içine toplanmaz, temel sırada hafifçe yaylanırlar. Bilekte aşağıya doğru veya içeriye doğru kıvrılma olmaz. Parmağı, büyük harf tuşuna düz bastırırsak, diğer parmaklar tuşlara baskı yapar, takılma olur; dikkatli yazınız. Büyük harf tuşuna basınca, hemen büyük olarak yazılacak tuşa vururuz. Hemen vurmazsak, büyük harf tuşu hafifçe yukarı doğru oynayabilir; büyük olarak yazılan harf, satırın üstüne doğru çıkabilir. Harfe vurmadan önce büyük harf tuşunu bırakırsak, harf satır üstüne çıkabilir; tekniğe uygun yazın.
 DERS–53
BÜYÜK HARF KİLİTLEME TUŞU: Büyük harfle yazılacak kısım birkaç harfi aşıyorsa, büyük harf kilitleme tuşuna basılır. Bu tuş büyük harf tuşunun üzerindedir. Bazı makinelerde hem sağda ve hem de solda bulunur. Kilitten kurtarılacağı zaman, büyük harf tuşuna basılıp normal olarak yazıya devam edilir. GERİ TUŞU: Her basılışta şaryoyu bir vuruşluk yer kadar geriye çeker. Yeri boş kalan veya silik çıkan harfleri tekrar yazmada kullanılır. Fakat bir yanlış yapınca doğrusunu üzerine vurmak için geri tuşu KULLANILMAZ; silgi kullanılır. Bu tuşa küçük parmakla basılır. El ve dirsek dışa doğru açılmamalıdır; diğer parmaklar temel sırada kalmalıdır.
 
DERS–54
Gurur tahtında oturup tahammülü olmayan bir kimse hükümdar da olsa tacı ona haramdır. Savaşta sebat göster demem de, öfkelendiğin vakit öfke ve gazap gösterme derim. Akıllı kimse, tahammül eder. Asıl akıllılık hışımlanmamaktır. Çünkü sabırsızlık ve hışım insana bir düşmandır; pusudan bir kere fırladı mı ne insaf kalır, ne din kalır, ne de Allah korkusu. Bu gök kubbe altında, öfke gibi bir koca dev görmedim. Ondan melekler bile ürküp kaçarlar. Öfke baldan tatlıdır derler. Öfkeye ve gazaba kapılmak kolaydır, insana tatlı gelir. Sonunda ise, yaralanırsın; pişman olursun ya da kalp kırarsın.
 
DERS–56
Çizelgenin kaç vuruşluk yer kaplayacağını bulunuz ve bulduğunuz sayıyı kâğıdınızın aldığı vuruş sayısından çıkarınız. Kalanı marjlara paylaştırarak marjları düzenleyiniz; çizelgeyi yazınız. Bulunan sayı tek olursa, solda bir vuruş fazla bırakınız. Dolar sembolü için geri tuşuna da basmak gerekir.
 DERS–63
Serbest tuşu, satır sonuna gelip kilitlenen makinede, marjın dışına yazı yazılmasını sağlar; marj düzeni ise bozulmaz. Yani, şaryo hep aynı noktada kilitlenir. Şaryo, sağ marja yaklaşırken zil sesi duyulur. Bu sesten sonra, yedi ila on kadar vuruş yapılabilir; sonra şaryo kilitlenir. Marjın dışına birkaç vuruş daha yapmamız gerekiyorsa, kilidi açmak için serbest tuşuna küçük parmakla basarız. Bilekte ve dirsekte, dışarıya doğru açılma olmaz. Serbest tuşuna basarken, gözler kitaptan ayrılmamalıdır. Marjın dışına yazı yazarken de, gözlerin kitaptan ayrılmaması gerekir. Makine kilitlendiği zaman, kelimenin bitmesine birkaç harf kalmış ise serbest tuşuna basıp bu harfleri yazarız. Eğer bu kelime uzun ise, ses uyumuna uygun şekilde heceyi tamamlayıp kesme çizgisini de yazdıktan sonra alt satıra geçeriz. Zil sesine kulak vermek, bu tuşun kullanımında gözleri kitaptan ayırmamak, marj dışına harf yazarken de makinedeki kağıda bakmamak, kilitlenme nedeniyle vurulamayan harfi, Parmaklar yardımıyla hissetmek gerekir. Elden geldiği kadar kelimeleri bölmeyiz. Bu tuş, marj düzenini bozmadan sol marjın dışına yazı yazmada da kullanılır.
 DERS–65
Okunmaya veya basılmaya hazır bir yazının daktilo ile yazılmış son şekline manüskri denir. Manüskri için, son müsvedde de denilebilir. Rapor, makale, ders notu, nutuk, tez, basılmaya hazır kitap gibi yazılar daktilo ile ve manüskri şeklinde yazılır. Manüskriler iki ara ile yazılır. Paragraflar arasında fazla ara vermeye gerek yoktur. Ancak, arzu edilirse, bir diş fazla ara verilebilir. Sayfanın ortasına yazılan başlıktan sonra iki kez kol atarak metin kısmına geçeriz. Satır sonlarında kelimeleri bölmemeye çalışırız. Bu nedenle sağ marjın dışına birkaç vuruş yapabiliriz, ya da daha marja gelmeden birkaç vuruş önce kolu atabiliriz. Kesme çizgisini az kullanırsak yazı hem daha rahat okunur ve hem de göze daha güzel görünür. Sayfa sonu marjını aşmamak, sayfanın sonuna kadar yazı yazıp manüskrinin görüntüsünü bozmamak için, göstergeli kâğıt tablasından sayfa sonuna ne kadar kaldığını izleriz. Sayfanın alt kenarından beş, altı santim yukarıya ve sağ tarafa, kurşun kalem ile ufak bir çizgi çizebiliriz. Yazarken çizgiyi gördüğümüzde, birkaç satır daha yazı yazıp kâğıdı değiştiririz.
 DERS–66
Kelime içinde bir iki harf atlanmış olabilir. Bütün yazıyı yeniden yazmamak için, eksik harflerin araya sıkıştırılması mümkündür. Gereği kadar harf silinir. Başparmakla uygun bir şekilde geri tuşuna basılır; parmak geri tuşunda tutulur. Sıkıştırılacak ilk harfe vurulur. Aynı şekilde diğerleri de geri tuşu yardımıyla sıkıştırılıp yazılır. Sıkıştırılacak harfe vurmadan önce, şerit düzeninin beyaza getirilmesi yararladır. Harf uygun durumda ise, bu kez siyaha getirilip yazılır. Tuşlara çok hızlı vurmadan düzeltme yapılmalıdır. Eğer kelime içinde fazla harf vurulmuş ise bu harften sonrası silinir; iki kelime arasında iki vuruşluk ara bırakılmış olur. Birden çok, fazla harf yazılmışsa, harfleri yaymak gerekir. Bunun için yine geri tuşuna basılır. Bu kez harfler arasında biraz fazla ara verilmiş olur. Yanlış, yayma ya da sıkıştırma ile düzeltilemiyor ise yazı yeniden yazılmalıdır.
 DERS–67
Daktilo silgileri sert, kurşun kalem silgileri de yumuşak silgilerdir. Üstteki kâğıt için sert silgi, yani daktilo silgisi kullanılır. Alt kopyalar yani karbonlu kopyalar için yumuşak silgi kullanmak da mümkündür. Şerit çok yeni ise, üst sayfada bulunan yanlış da önce yumuşak silgiyle silinerek boyası alınır; sonra daktilo silgisi ile silinir. Silmeden önce, şaryo tam sağa veya tam sola alınmalıdır. Bunun için serbest tuşuna basmak gerekli olabilir. Bazı makinelerde şaryoyu tam sola almak için serbest tuşuna basmaya gerek yoktur. Şaryoyu tam sağa veya tam sola alarak, silgi kırıntılarının makinenin içine dökülmesini önleriz. Kolay ve düzgün silebilmek için silindiri birkaç diş yukarıya doğru çevirmek gerekir. Yanlış, kâğıdın orta kısmında ise silindir, silgi tablasına kadar döndürülür. Kâğıt silgiler ilk sayfaları silmek için kullanılır. Kâğıt silgi, şeritle makinedeki kâğıt arasına getirilip yanlışın üzerine yine aynı harf vurulur ve böylece o harf beyaza boyanmış olacağı için yanlış, düzeltmeye hazır duruma gelmiş olur; doğru harfe vurulur. Bazı makinelerde de otomatik silme düzeni olduğundan ayrıca silgi kullanılmaz.
 
DERS–68–69
Silgi, kâğıda yalnız bir yönde temas ettirilmelidir. Geriye dönüşlerde silgiyi hafifçe kaldırmak, kâğıda değdirmemek gerekir. Saçımızı tararken tarağı nasıl tek yönlü kullanıyorsak, silgi de aynı şekilde tek yönlü kullanılmalıdır. Böyle yaparsak kâğıt zedelenmez. Yanlışı silerken, doğru harflerin de silinmemesi için, silgi mikaları kullanılması yararladır. Silinen yere doğrusunu yazarken, tuşlara çok sert vurulmaz ve vurulacak tuşun par
1mağı kullanılır. Yanlış, kâğıdın alt kısımlarında ise silindiri geriye ve silgi tablasına gelinceye kadar döndürüp sileriz. Eğer silindiri bu şekilde değil de, yukarıya döndürürsek kâğıt, silindirden kurtulur, makineden çıkar. Kâğıdı tekrar makineye takmamız gerekir. Silinecek yere denk getirmek de çok zor olur. Yanlışı silmemek ve geri tuşuna basıp yanlışın üzerine doğrusunu vurarak düzeltmeye kalkışmak hatalıdır. Yanlış mutlaka silinerek düzeltilmelidir. Silgi dille ıslatılmaz; aksi halde kâğıt zedelenir ve silgi kullanıldığı belli olur.
 
DERS–70
Bir yazıyı daktilo ile yazdıktan sonra, makineden çıkarmadan önce baştan sona kadar yeniden ve dikkatlice okumak gerekir. Yazıyı kâğıt makinedeyken okumayıp da makineden çıkardıktan sonra okur isek bulunacak yanlışı düzeltmek zor olur. Çünkü satır düzeyini ve harflerin yerini tutturmak oyalayıcı, zaman yitirici bir işlemdir. Yanlışları bulmak da dikkat ister. Yanlışları bulmak için okumada, kâğıt sol elle üst kısmından tutulur ve sağ elle de kurşun kalem bulunur. Yazıyı yavaş bir şekilde ve kurşun kalemin ucu kelimelerin harflerine değecek imiş gibi yakın tutarak okumak gerekir. Bu şekilde, yani kelimenin harfleri okunduğunda yanlışlar kolay kolay gözden kaçırılmaz. Gözden kaçmış, düzeltilmemiş bir yanlış, okuyanı olumsuz yönde etkiler; bize veya kuruluşumuza zararlı olur. Amire imza için götürülen yazıdaki yanlış için sekreterin hiçbir özrü kabul edilemez. Yanlışı zamanında görüp düzeltmek bir görevdir. Çalışanlarda aranan en önemli niteliklerden biri de sorumluluk duygusudur. Yanlışları görmek ve düzeltmek, her yazıyı kusursuz göndermek de sorumluluğun bir gereğidir. Bu konudaki dikkat, sekreterin başarısını sağlar.
 
 
DERS–71–72
Yazıların kopyalı olarak yazılması hem kanuni bir yükümlülük, hem de işlerin düzenli ve çabuk yürütülmesi için bir mecburiyettir. Karbon kâğıtlarının renk ve kalınlık yönünden birkaç türü vardır. Çok kopyalı yazılarda ince, az kopyalılarda kalın karbon kâğıdı kullanılır. Çok karbonlu yazılarda, makinenin sertlik düzeni en yükseğe getirilir. Bu durumda, alttaki kopyalar da okunaklı çıkar. Karbon kâğıdının parlak yüzü, yazı kâğıdının yüzüne, yazının çıkması istenen tarafına getirilir. Önce, alt kopyalar ve en sonra da başlıklı kâğıt konulmak suretiyle deste tamamlanır. Genellikle, kopya kısmı için başlıksız kâğıt kullanılır. Kopya için pelür kâğıdı denilen çeşitli renkteki ince kâğıtlar kullanılır. Karbonun boyu, yazı kâğıdının boyundan biraz uzundur. Uzun kısım, destenin aşağısında kalır. Kâğıt destesi makineye takılırken bu uzun kısmın parlak yüzü, daktilografa doğru olur. Deste, başlıklı kâğıt arkada ve başlık da aşağıda kalacak şekilde tutulur ve makineye takılır. Eğer karbon destesi kalınsa, takma sırasında kaymaması için destenin üst kısmına sekiz, on santim eninde bir kâğıt ikiye katlanarak kapatılır. Destenin bu kâğıtla beraber makineye takılmasından sonra, işi biten bu kâğıt alınır; artık yazıya başlanabilir.
 DERS-
Okuldan kaçan birkaç lise öğrencisi, bir gün Çankaya civarında ağaçların altına otururlar. Birden karşılarında birkaç kişiyle birlikte Atatürk’ü görürler. Atatürk, söyleyin bakayım burada sizin ne işiniz var diye sorar. Öğrenciler müdürden izinli olduklarını söylerler; izin kâğıdı soran Atatürk’e izin kâğıdını gösteremezler. Tarih dersinin müzekkeresinden kaçtıklarını itiraf ederler. Atatürk ün kaşları çatılır: Hiç tarih dersinden kaçılır mıymış, diye sorar. İçlerinden biri: Kaçılmaz paşam, amma kitapların lisanı bize ağır geliyor; anlayabileceğimiz dille bize kitapları verin oturup çalışalım, der. Atatürk elini çocuğun omzuna koyar ve oğlum, istediklerinizin hepsi olacak amma her şeyi birden yapamayız. Sıra beklemek lazım. Tarih ve dil üzerindeki çalışmalar da devam ediyor. Biz İnkılâpları yaptık, devam ettirmek de sizin vazifeniz. Haydi, bakalım, şimdi doğru okulunuza, der.
 DERS-
Atatürk ilmi yetkililere karşı daima hürmetkârdı. Bir baloda, gece yarısından sonra, izinlerini almaya gittiğimiz vakit, kabul salonunda bir zamanlar, saçak öptüren padişahların oturmuş oldukları yer tahtının yanındaki bir koltukta oturuyorlardı ve bize hitaben: Şuraya oturun, burası padişahlara mahsus taht değil, ilim adamlarına mahsus olan bir yerdir, buyurdu. Bu, Atanın ilme verdiği kıymeti de veciz kelimelerle anlatmıştı. Onun insanlığa karşı çok ince düşünceleri vardı. Fazilet ve insanlık prensiplerini etrafına da telkin ederdi.
 DERS–73
Karbonlu yazılar silinirken, kopyaların kirlenmemesi için silgi kartı kullanılabilir. Bu kartlar, kâğıttan veya ince kartondan kesilir. Silgi kartı karbon kâğıdının parlak yüzü ile başlıklı kâğıdın bir altındaki kopyanın arasına konulur. Önce başlıklı kâğıttaki yanlış silinir. Karbonla birlikte öne doğru çekilerek bir alttaki kopya da silinir. Yerinde duran silgi kartı, alınarak üçüncü kopya için konur; ikinci kopya da silinmeye başlanır. Silme işlemi bütünce düzeltme yapılır. Karbon kâğıtları yeni ise, yumuşak silgi ile silinebilir. Gerekirse, arkasından da daktilo silgisi ile tekrar silinmelidir. Silgi kartı olarak kalın karton kullanılırsa, bu kartın karbonun yüzüne değil de arkasına, yani boyasız yüzüne konulması gerekir. Başlıklı kâğıt silindikten sonra karton alınıp bir alttaki karbonun sırtına konur. Sonra destenin ikinci kâğıdındaki yanlış silinir.
 DERS–74
Bir cetveli yatay olarak ortalamak için, cetvelin kaç vuruşluk yer kapladığını buluruz. Bunu, kâğıdın aldığı vuruş sayısından çıkarırız. Bulduğumuz sayıyı marjlar için ikiye paylaştırırız; marjları düzenleriz. Bundan sonra tabülatör durağı yapılacak sütun başlangıçları için hesap yaparız. Eğer, üç sütunlu bir cetvel yazıyorsak, iki yerde durak yapmamız gerekir. Birinci sütun için sol marj düzenlenir. İkinci ve üçüncü sütunlar için de durak yapılır. Birinci sütunun vuruş sayısına iki sütun arasındaki boşluğu da ekleyip ilk tabülatör durağının yani ikinci sütunun başlama noktasını bulup oraya durağı yaparız. İkinci sütunun vuruş sayısı ile ikinci boşluğun vuruş sayısını toplayarak son sütunun yani ikinci durağın yerini buluruz. Tabülatör yapma tuşuna bir kez daha basarak buraya da durak yaparız. Böylece, birinci sütun için sadece sol marj, ikinci ve üçüncü sütunlar için ise yaptığımız tabülatör duraklarını kullanmış oluyoruz.
 
DERS–75
Tarih, milletlerin yükselme ve gerileme sebeplerini ararken birçok siyasi, askeri, toplumsal sebepler bulmakta ve saymaktadır. Şüphe yok ki, bütün bu sebepler, toplumsal olaylarda etkindirler. Fakat bir milletin doğrudan doğruya hayatıyla, yükselişiyle, gerilemesiyle ilgili ve bağlantılı olan milletin ekonomisidir. Tarihin ve tecrübenin tespit ettiği bu gerçek, bizim milli hayatımızda ve milli tarihimizde de tamamıyla meydana çıkmıştır. Gerçekten, Türk tarihi incelenirse bütün yükselme ve gerileme sebeplerinin bir ekonomi meselesinden başka bir şey olmadığı anlaşılır. Tarihimizi dolduran bunca başarılar, zaferler yahut mağlubiyetler, çöküşler ve felaketler, bunların hepsi; meydana geldikleri devirlerdeki ekonomik durumumuzla ilgili ve bağlantılıdır. Yeni Türkiye’mizi layık olduğu seviyeye yükseltebilmek için, mutlaka ekonomimize birinci derecede önem vermek mecburiyetindeyiz. Çünkü zamanımız tamamen ekonomi devresinden başka bir şey değildir.
 
DERS–77
Bir çizelgeyi dikey olarak ortalamak için, bu çizelgenin kaç satırlık yer kaplayacağı bulur. Bu da, satır sayısına boşlukların satır sayısı eklenerek bulunur. Bulunan sayı, kâğıdın aldığı satır sayısından çıkartılır. Kalan, üst ve alt marjlara paylaştırılır. Boşlukları, satır cinsinden hesaplamak için, atılan kol sayısının bir eksiğini almak gerekir. Marjlara paylaştırmak için kalan tek sayı ise, üstten bir satır az bırakılmalıdır. Üst kısımda fazla boşluk kalırsa, çizelge aşağı doğru kaymış olursa çirkin gözükür. Dikey ortalamalarda bir, iki santimlik kayma normal kabul edilir. Bir çizelgeyi yatay olarak ortalamak için her sütunun en uzun satırındaki vuruş sayısı bulunur; bunlara sütun boşluklarının vuruş sayısı eklenir. Böylece cetvelin yatay olarak kaplayacağı yer belirlenmiş olur. Kâğıdın aldığı vuruş sayısından, bulunan bu sayı çıkartılır. Kalan da, marjlar için paylaştırılır. Artan tek sayı ise, soldan bir vuruş fazla boşluk bırakılır. İlk sütun için sol marj mandalı kullanılır. Diğerleri için tabülatör durağı yapılır. Sağ ve solda kalan marjlarda bir, iki santim kadar kayma, hesap hatası olabilir. Sütun başlıklarının altı iki şekilde çizilebilir. Sadece başlığın altı çizilir. Diğer şekilde ise, sütunun en uzun satırı kadar çizgi çizilip başlık ortalanır.
 
 
 
 
 DERS–78
Düşündüm ki bu Türk oğlu, altı asırdan beri türlü rastlantıların kasırgaları önüne düşerek; bir boğuşma cihanının yarlarında, uçurumlarında, denizlerinde, çöllerinde yuvarlanmıştı. O koca tarihin bu hırpalanmış yolcusu, türlü afet ve musibet çukurlarından onur, şan ve şeref tepelerine tırmanmış; dizleri parçalanarak, tırnakları koparak, bu tırmanılan yerlerden bir kaza darbesi ile taşlara çarpıp çarpıp düşmüş; daima kalkarak, yeni baştan dimdik durmağa çalışarak, tutunacak bir kaya parçası, yapışacak bir ağaç kütüğü aramıştı. Ve gülü diken olan, o kızgın Yemen çöllerinden Arnavutluk taşlarına ve Acem ellerinden Girit sularına kadar altı asırdan beri kumlara, buzlara, denizlere kanını akıta akıta, bereketli bir kaynağın o bitmez tükenmez kereminden her zaman taze bir kuvvet ile fışkıran; o al kanının çileli çizgileriyle, şanla ve şerefle dolu, o kahraman hikayesini yazmıştır.
 DERS–79
Bir ailenin fertleri birbirlerini sevip sayarlar. Bir konuda anlaşamazlar ise birbirlerini kırmadan konuşup anlaşmazlığı giderirler. Millet dediğimiz topluluk da büyük bir aileye benzer. Bu büyük ailenin fertleri sayılan vatandaşlar da birbirlerini severler, sayarlar. İnsanların aynı fikirde ve inançta olmaları düşünülemez, istenemez. Amma vatandaşlar milletin refahı ve mutluluğu, Türklüğün yüceltilmesi, vatanın bütünlüğü gibi ana amaçlarda milli birlik ruhu içinde oldukları için, diğer ayrılıklar düşmanlık nedeni olamaz. Bütün milletler de, aynı şekilde, medeniyet ailesinin fertleri gibidir. Her milletin, örfü, adetleri, dini ve dili farklı olabilir. Ancak, mutlu ve güvenli yaşama isteği yönünden, milletler arasında bir fark yoktur. Milletler de çıkabilecek anlaşmazlıkları, birbirlerine saldırmadan ve düşman olmadan halledebilirler. Eğer insanlık yönünden düşünülür ise, harbin galibi veya mağlubu olmaz; kaybeden insanlık olur. Bu nedenle yurtta ve dünyada sulh istiyor, sulhun korunması için çaba gösteriyoruz. Bütün milletlerin de; yurtta sulh, cihanda sulh ilkesine uygun olarak hareket etmeleri halinde, bunun, insanlığın ve medeniyetin refah ve ilerlemesine etkili olacağına inancımızı daima koruyoruz.
 DERS–81
Harpler, milyonlarca insanın ölmesine, milyonlarca insanın yersiz yurtsuz kalarak sefalet içinde, acılar içinde kalmalarına neden olur. Barış, milletleri refaha ve mutluluğa eriştiren en iyi yoldur. Fakat her zaman barışı bozmak ve başka milletlerin haklarını çiğnemek isteyenler bulunacaktır. Böyle kötü niyetlilere ilk andan itibaren de bütün milletlerin karşı çıkması, karşı çıkma mevzuunda dayanışma içinde olması gerekir. Çünkü barış, bir defa ele geçirilince korunmak için daima özen ve dikkat ister. Milletlerarası siyasi güven ortamının gelişmesi için ilk ve en önemli şart da bütün milletlerin, hiç olmazsa, barışın korunması fikrinde samimi olarak birleşmesidir diyebiliriz.
 
DERS-
Halen dünyada, her yıl açlıktan ölen pek çok insanın bulunduğunu görüyoruz. Geri kalmış milletlere kalkınma çabalarında yardımcı olarak; refahı, açlık ve baskının yerine geçirmek lazımdır. Devletler vatandaşlarını, birbirlerine karşı olduğu kadar, diğer milletlere karşı da açgözlülük ve kıskançlık göstermeyecek, kin tutmayacak ve duymayacak şekilde eğitmelidirler. Tarihteki olayları ve geçmiş kavgaları alevlendirip düşmanlık tohumları ekmemek gerekir. Türk milleti, insanlığın düşmanı olanları dışında, hiç kimsenin düşmanı değildir.
 
 DERS–83–84
Büro işlerini yapanlar, işin konusuna ve genişliğine göre değişik sayıda olacaktır. Bir banka ile ticaret işletmesi veya bir fabrikanın çalıştırmak isteyeceği büro elemanları, bunların sayıları çok farklı olacaktır. Hatta aynı çeşit malları üreten iki fabrikada bile, büro işlerini yapanların aynı becerilere sahip olması beklenmez. Muhasebe memurunun görevi, dosya ve kayıt memurunun görevleri, muhaberat memurunun görevi; daktilografın, stenografın, sekreterin görevleri de bu işbölümü nedeniyle birbirinden ayrılmıştır. İlk önce, aynı tür işleri yapanlara verilecek isim ve unvanları, ana bölümler halinde sıralamak ve sonra da her bölümdekilerin unvanlarını belirlemek gerekir. Ayrıca, buna dayalı olarak da geniş açıklamaların, ayrıntıların belirlenmesi karışıklıkları önleyecektir.
 
DERS–85–86
Konuşma, yazışma ve duyguları anlatma aracı dildir. Bir milletin dili, anlatım yönünden zengin, fertlerin birbirini kolaylıkla anlayabilecekleri kadar sadeyse, o milletin fertleri arasında milli bağ da o derecede kuvvetli olur. Bir milletin yaşama tarzı olan kültür de ancak zengin bir dil ile ilerler, yayılır. Birbirinin konuştuğunu tam olarak anlayan ve duygularını da aynı dille paylaşan fertlerin meydana getirdiği toplumlar birlik içinde olurlar. Birlik içinde olan toplumlar kuvvetli olacaklarından dirlik içinde olurlar ve bağımsızlıklarını korurlar. Yabancı kelimelerden arındırılmış, eski-yeni ikiliğinden ve zatlığından kurtarılmış, herkesin anlayabileceği, milletin benimseyeceği bir dil, milli duyguların kuvvetlenmesini sağlar. Türk dili, şuurla işlendiği takdirde ilmin ve fennin gelişmelerine uyum sağlayabilecek bir yapıya sahiptir. Yeryüzünde kültür ve kelime alışverişinden dolayı, içinde hiçbir yabancı unsur taşımayan arı dil bulunmasa da sağlık durumu tam olan her dil, kendisini yabancı saldırıya karşı korur; çünkü dili yapan insan değildir; insana milli özelliğini veren, dildir.
 
DERS–87
Sanat güzelliğin ifadesidir. Bu ifade sözle olursa şiir, nağme ile olursa musiki, resimle olursa ressamlık, oyma ile olursa heykeltıraşlık, bina ile olursa mimarlık olur. İnsanlar olgunlaşmak için bazı şeylere muhtaçtır. Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz; itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur. Halbuki bizim milletimiz, hakiki özellikleriyle medeni ve ileri olmaya layıktır ve olacaktır.
 
DERS–89
Karbonlu yazılarda kağıt destesi, aşağıda açıklanan usulle de hazırlanabilir. Kâğıtlar, karbonsuz olarak makineye birkaç dişli boyu takılır. En alt kısımda bulunan kâğıt elle yukarı doğru kaldırıldıktan sonda, önüne karbon konulur. Karbonun parlak yüzü daktilografa doğru olmalıdır. Sonra, bir üstteki kâğıdın önüne karbon konulur. Tüm karbonlar yerleştirildikten sonra silindir çevrilir. Bu şekil de takıldığında destede kayma olmaz. Karbonların çaprazlama iki ucu kesik olur. Yazı bitince bu kesik yerdeki boşluktan tutulur ve karbon destesi alttan çekilir. Böylece, bütün karbonlar bir çırpıda çıkarılmış olur. Karbonların uçları kesik değilse, deste hazırlanırken bunlar biraz aşağıya doğru konulur. Üstte kalan bu boşluk, karbonların tulum halinde kâğıtlardan ayrılmasını kolaylaştırır. Önce kâğıtların, sonra karbonların takılması metodunda ise bu boşluk kendiliğinden oluşur. Üst boşluk, takma sırasında kâğıt kaymasını da önler. Deste çok sıkı tutulursa, karbonların boyası parmakların altındaki kısımda iz şeklinde çıkabilir. Deste makineye takılırken buruşabilir. Silindirin ilk çevrilişinden sonra görülen bu durumu önlemek için, kâğıt gevşetme mandalı açılır ve kapatılır.
 
DERS–90
İspirtolu çoğaltma makinesi için yazı yazılırken, eczalı kâğıdın parlak yüzü üzerine özel veya parlak beyaz kâğıt getirilir. Bu özel kâğıt, yapışık da olabilir. Yazılar, bazen yanlış konulan karbon kâğıtları nedeniyle olduğu gibi, ters olarak arka tarafa çıkar. Yazı, şerit anahtarı siyahta olarak ya da mumlu kâğıt yazar gibi beyazda yazılabilir. Yanlış yapılınca, beyaz kâğıdın arkasına ters bir şekilde çıkan kısımdan, jiletle kazınır veya özel beyaz kalemle silinir. Düzeltme yapmak için, ufak eczalı kâğıt, silinen ya da kazınan yere yama gibi konur ve bundan sonra da gerekenler yazılır. Silerken, dikkatli olmak ve eli kirletmemek gerekir. Çünkü eczalı kâğıdın boyası biraz zor çıkar. Özel kâğıdın basılacak kısmına leke olursa, basım sırasında bütün kopyalar lekeli çıkar. Bu tür kâğıtlara ve mumlu kâğıtlara çizgi çizmede kesikli, virgül tuşunun üzerindeki, çizgi daha uygun olur. Sekiz tuşundaki devamlı çizgi, bilhassa uzun olan çizimlerde, kâğıdın yarılmasına, yırtılmasına neden olabilir. Çizgi çizmek veya resim yapmak için ucu telli ya da madeni olan özel kalemler vardır.
 
DERS–91
Bir iş yazısı, birkaç kez okunmaya gerek kalmadan anlaşılacak şekilde yazılmalıdır. Cümlelerin açık ve kelimelerin de okuyacak olanın bilgi ve kültür durumuna uygun olmasına özen gösterilir. Okuyacak olanın bunları anlayamamak ihtimali varsa, yeteri kadar açıklama yapılabilir. Açıklamalar, bilmeyen birisine ders veriyormuş gibi değil de tabii olan bir tonda ve şekilde yumuşak olarak yapılmalıdır. Özlülük az kelimeyle fakat açıklığı bozmadan yazmak demektir. Ancak, söylenmesi gereken her şeyin mutlaka yazılmış olması icap eder. Böylece mektup kısa fakat eksiksiz olur. Eğer bu kurala uyularak iki sayfalık mektup yazılmışsa bu, özlü sayılabilir. Fakat gerekli kelime kısıntıları yapılmadan yazılan bir sayfalık bir mektup için, uzun yazılmış denebilir. Kelimeleri azalmakla mektup, açıklığından ve inceliğinden kaybediyor ise yazı özlü değil, kısa yazılmış demektir. Özlülükle kısalığı karıştırmamak gerekir. Kelime tasarrufu ile beraber, gerektiğinden ve okuyucunun istediğinden fazla bilgi vermemek de gözden uzak tutulmamalıdır. İyi yazar, okuyucusuna gerekli en çok bilgiyi vermeye çalışan fakat okuyucudan en az zamanı alan yazardır. Bazı kimseler özlü mektubun kuru ve kaba olduğunu düşünür. Fakat özlü bir mektup, nezaket ve incelikle ilgili kelimeleri de taşır. Esasen, özlülük inceliğin bir türüdür. Az kelimeyle çok şey anlatarak daha açık ve etkili olunur. Zaten, okuyucu ne demek istenildiğini çabuk öğrenmek ister.
 
DERS–92–93
Telgraflar iki arayla yazılır. Kelimeler arasında aralık çubuğuna ikişer kez vurulur. Sağ ve solda, yirmişer vuruşluk marj bırakılır. Telgrafın türü, üstten dört ve yarım sayfalarda iki kol atılarak, büyük harflerle ve aralıklı olarak yazılır. Bunun bir kol aşağısına da özel talimat yazılabilir. Bu kısımlar kâğıdın dikey ekseninden başlar. Bunlardan sonra, iki kol atılarak sol marja adres yazılır. Adresten sonra iki kol atılır ve metin kısmı yazılır. Paragraflar sol marjdan başlar. Paragraf aralarında fazla ara verilmez. İmza kısmı bir kol atılarak sağ tarafa yazılır. Bir kol atılıp, boydan boya bir çizgi çizilir. Böylece, telgrafın da postaneden çekilecek, gönderilecek kısmı bitirilmemiş olur. Çizginin bir kol altına, gönderenin adı ve adresi yazılır. Bu kısım metin dışı olduğundan kelimeler arasında iki ara verilmesi de gerekmez.
  
DERS–94
Anlaşılabilir bir yazı sadece açık ve özlü değil, aynı zamanda iyi düzenlenmiş olmalıdır. Fikirleri önemine göre sıraya koymamız gerekir. Yazıyı okuyanın, yazılanı anlayabilmesi için düşüncelerimizin bir noktadan diğer bir noktaya gelişmesini de izleyebilmesi gereklidir. Bunu sağlamak için, verilen bilgiler ve mesaj birbirini tamamlayıcı bir nitelikte ve sırada olmalıdır. Bunun için de yönlendirici ve fikirleri bağlayıcı kelimeler kullanılması gerekir. Bunlar bir cümleyi diğerine veya bir paragrafı öncekine bağlayabilen kelimelerdir. Bu itibarla, böylece, diğer taraftan, ilk olarak, ancak, bununla beraber… Gibi kelimeler bağlantıyı sağlar. Böylece, okuma ve anlama kolay olur. Bir yazı bir daireden veya firmadan diğer bir daire veya firmaya da yazılmış olsa, bu yazıyı yazmış olan da okuyacak olan da sonuçta, bir kişidir ve bir candır. Bu nedenle yazar, okuyacak olanı bir insan olarak görüp ona göre de yazmalıdır. İş yaşamında kuruluşlar genişledikçe, şahısların insan değil de, bir alım veya satım makinesi olarak görülmesi durumu, çoğu kez ortaya çıkmaktadır. Bu yanlışa düşmemek için kişileri birer ünite olarak görmekten kaçınılmalıdır. Bunun için de kendimizi okuyucunun yerine koyabilmeliyiz. Onun isteklerinin, hislerinin neler olabileceğini, kendimizi de onun yerine koyarak, düşünmeliyiz. Bu nedenlerle, mektup aynı zamanda sempatik, içten, yardım edici ve onun problemini halledici nitelikte olmalıdır.
 
DERS–96
Okuyucuya önem verme ve ona yardım etmeye çalışma nezaket kuralının temelidir. Nezaket, yazının hem dilinde ve hem de okuyacak olana karşı alınan tavırda olmalıdır. Okuyucu, kendisine yardımcı olma isteğinde bulunduğumuzu, mektubun biçeminden yani üslubundan hissetmelidir. Okuyucuya zaman ve emek kaybettirmemek de bir nezaket kuralıdır. Sattığımız bir malın, gönderildiğini bildiren bir mektup yazıyorsak, bunun alıcının eline ne zaman geçebileceğini bildirmemiz okuyucuyu düşündüğümüzü gösterir. Yakında malı alacaksınız demek yerine; beş gün sonra, ayın dördünde gibi, daha yararlı bilgiler vermek de karşımızdakini düşündüğümüzü, ona nazik davrandığımızı ortaya koyar. Bir neden bildirmek, açıklama yapmak da okuyucuyu önemsediğimizi belli edecektir. Eğer, istenilen mal ya da hizmet bizde üretilmiyorsa, nerede bulabileceğini belirtme de uygun olur. Nezaket, iyi ilişkilerin kurulmasına, kurulmuş ilişkilerin devamına yardım eder. Gerektiğinde; lütfen, özür dilerim, teşekkür ederim ve kutlarız gibi kelimeler yani nazik bir dil kullanılması da iyi ilişkiler için yardımcıdır. Nazik, yumuşak bir dille yazılmış ve okuyucuyu ön planda tutan, ona yardım etmeyi amaçlayan bir mektup nezaket kurallarına uygun olarak yazılmış demektir.
 
DERS–97
Özlü olabilmesi için kısa yazılan mektuplarda bazen önemli bir hususun unutulduğu olur. Mektupta, bütün bilgiler tam olarak verilmelidir. Bu bilgiler kısa, fakat tam olarak yazılmalıdır. Bazı kez alınan bir siparişte noksan hususlar bulunabilir. Yazar, siparişi verenin bu eksikliğini, onun neyi istemiş olabileceğini çıkarmaya çalışarak giderebilmeli ve gereğini ona göre yerine getirmelidir. Bize gelen mektup tamam olsun olmasın, bizim mektubumuz eksiksiz olmalıdır. Aldığımız bir sipariş mektubunda, kaç beygirlik güçte motor istenildiğini belirtilmemiş olabilir. Eğer birçok motor var ise biz, o alıcı için uygun olduğunu sandığımız motor ile ilgili bilgi verebiliriz. Özlü yazmaya çalışmakla beraber, okuyucunun istediği ya da istemesi muhtemel olan hususları eksiksiz yazmalıyız. Açık olarak belirtmemekte yarar görülen bir durum yoksa bütün gerekli detayları bildirmeliyiz. Bunlar fiyat, gönderme tarihi, ödeme tarihi gibi konular olabilir. Gerekli özel bilgileri vererek, şüpheli nokta bırakmayarak okuyucuyu memnun etmek amacını gütmeliyiz. Kusursuz insan olamaz; fakat kusursuz mektup olur. Noksansız yazma; özenen, özenli olan insanların hayat tarzının, kâğıttaki izdüşümüdür.
DERS–
Sararan tarlalara su vermek, suda yüzen otlara benzer. Ona ne kadar su verirseniz verin artık verim alınmaz. İnsanlarda aynen öyle. İnsanın yüzü, sararıp solmasın bir kez, soldu mu artık ona hiçbir şey fayda sağlamaz. Daktilo ile süratli yazı yazabilmek için, çok dikkatli olmak gerek. Dikkat başarının temel kuralıdır. Tuşlara vuruşta baş hafif sağa dönük ve gözler kopyada olmalı. Satır sonuna gelince, zil sesine dikkat etmek gerekir. Zil çaldıktan biraz sonra şaryo kilitlenir. Şaryo kolu sol elle atılır. Yalnız sol elin parmakları temel sıra üzerindeki duruş şekillerini bozmamalıdır. Şaryo atıldıktan sonra sol el hemen temel sıradaki yerine döner.
 
DERS–103–104
Dil kişinin duygularını açıklamasını, diğer kişilerle yakınlaşıp bağlantı kurmasını sağlar. Bütün milletleri var eden, onların sürekliliğini sağlayan son derece önemli unsurlardan biri de dildir. Dil bir medeniyet olayıdır. Ancak bir medeniyetin kurduğu dil, başka bir medeniyetin düşündüklerini söyleyemez; söyleyemeye de yetmez. Kaderciliğin hâkim olduğu, en hayati olaylarla din buyruklarının iç içe bulunduğu ve tenkitçi düşünceye de yer vermeyen bir medeniyetten uzaklaşılmıştır. Bunun yerine, din ile devlet işlerinin birbirinden ayrıldığı, hür ve ilmi düşünme imkânlarının bulunduğu, tenkitçi düşünceyle yeniliklere sürekli açık olan bir medeniyete geçilmiştir. Türk milleti, ülkesinin yüksek bağımsızlığını korumasını bildiği gibi dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtararak medeni dünyadaki yerini almıştır. Milletimiz, dil bütünlüğünü sağlayamamış olsaydı Cumhuriyetimizin sürekliliği de tehlikeye düşebilirdi. Dilin milli ve zengin olması milli duygunun gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili dillerin en gelişmişlerinden ve en zenginlerindendir. Artık, konuşurken ve yazarken kullandığımız dil ortaktır. Bu ortaklık her an, her yerde ve her şekilde anlaşabilmemizi ve okuyup yazmada güçlük çekmememizi de sağlamıştır. Dilimiz gelişmiştir ve gelişecektir.
 
DERS–105
Resmi yazılar, kamu kuruluşları tarafından haberleşme amacıyla yazılan yazılardır. Resmi yazılar, şekil bakımından iş mektuplarına benzer. Ancak bu yazılarda saygı sözcüğü ve hitap kısımları bulunmaz. Yazının gönderileceği kuruluşun, makamın adı büyük harflerle; yazı kişiye gönderiliyorsa soyadı büyük harflerle yazılmalıdır. Türk Standartları Enstitüsünün standardına göre paragraflar beş vuruş; Başbakanlık İdareyi Geliştirme Başkanlığının, Resmi Yazışma Kurallarını Belirleyen Esaslarına göre yedi vuruş içerlek olarak yazılır. Resmi yazılar genel olarak, bir ara ile yazılır. Bu yazılar, yazan ve gönderilen makamın protokol derecesine göre değişen, belirli ifadelerle bitirilir. Resmi yazı kısa ise, ufak ara azaltmalarıyla yarım boy sayfaya yazılabilir. İmza kısmı, metnin dört kol altına yazılır. Bu kısımda satırlar blok olarak alt alta veya birbirine ortalanıp yazılır. Resmi yazılarda paraf, yalnız alt kopyalara konulur. Resmi yazılarda sol marj, sağdan geniş olur.
  
DERS–106
Osmanlı devletinin pek kısa zamanda nasıl olup da o kadar büyüdüğünü ve cihanın en büyük imparatorluklarından biri durumuna geldiğini şu hikaye, en güzel şekilde açıklar. Devletin ilk kuruluş senelerinde, bir gün, Tosun ismindeki küçük bir çocuk akşamüstü evine dönerken, kırda tek başına kalıp meleyen bir kuzu görür. Kuzuyu kucaklayıp eve getirir. Anası, kendisine ait olmayan bir malı alan oğlunu azarlar ve sabah olur olmaz kuzuyu götürüp sahibine teslim etmesini ister. Çocuk, ben kuzuyu çalmadım; başıboş buldum, sahibini nasıl bulayım, derse de dinletemez. Faziletli Türk anası, kuzuyu kucaklayıp çevrendeki mandıraları dolaşırsın, der. Annesi olan koyun, yavrusundan uzak kaldığı için, mutlaka acı acı melemektedir. Sen de nerede böyle bir ses duyarsan yavruyu gösterirsin. Eğer annesi ise onu yalamaya, bu da ona sokulmaya başlar, sen de o zaman bırakır gelirsin. Küçük Tosun, kan ter içinde dolaşıp öğleye doğru, Rum Tekfurunun konağının önünde duyduğu meleme sesiyle kuzunun anasını bulur. Birbirine kavuşan ana ile yavrunun bu mesut buluşma ve koklaşmalarını seyredip ayrılır. O sırada tekfur, çocuğu izlemektedir. Bu millete kadını ile çoluğu ve çocuğuyla bu kadar fazilet, bu kadar mertlik ve dürüstlük varken, şüphesiz ki eninde sonunda bütün bu topraklara sahip olmaları haklarıdır diye düşünür ve birkaç gün sonra Osman Beyle kucaklaşarak, onun hizmetine severek girer.
 
DERS–107
İlk çağlardaki trampa ekonomisine bir göz atarsak büro çalışmaları denecek bir etkinliğin söz konusu olmadığını, ticaretin Pazar denilen yerlerde bizzat yetiştiriciler tarafından bir malla başka bir malın değiştirilmesi suretiyle yapıldığı görülür. Kapalı ev ekonomisinde de aynı durum vardır. Yanlış olarak, insanlar aza kanaat etmeye şarlandırılmıştır. Herkes kendi yağı ile kavrulmayı, başkalarının ürettiği mallara ihtiyaç duymayarak yaşamayı düşünmektedir. Böylece, işlerin bürolardan idaresine, dolayısıyla da büro etkinliklerine hiç lüzum duyulmadığı açıktır. Fakat dünya nüfusunun artması ile toplum halinde yaşayan insanların bir birlerine muhtaç olduklarını anlamaları sonucunda ticaret, pazarların tekelinde kalmaktan kurtulmuş ve dükkânlar, ticarethaneler doğmuştur. Devletlerin ve izlenen politikaların da bu gelişmede rolü olmuştur. Çalışma hayatı ve ticaret kişisel olmaktan kurtularak karmaşık bir hal almış, gelişen ve genişleyen işlerin birçok insan tarafından yapılması gerektiği anlaşılmıştır. Bir işte çalışan çok sayıda insanın, gelişigüzelliği bırakarak organize edilmiş gruplar halinde ve büro denilen kapalı yerlerde daha da verimli çalışabilecekleri fikri de bu tarihi gelişimin bir sonucu olmuştur. Bugün modern toplumların büro çalışmaları ise her geçen gün gelişmekte, çalışanı yormadan en yüksek verimi elde etmek için gereken bazı tedbirler tam olarak alınmaya çalışılmaktadır. Bu arada büroların hızla makineleşmekte oldukları görülmektedir. 
 
 DERS–108
Binlerce yıl önceki atalarımız, paralarını ceplerinde taşıyorlardı ve cüzdan yerinede hamal kullanmak zorunda idiler. Bodrumun o güzel kıyılarındaki, dünyanın ilk sualtı müzesinde bulunan, yüzlerce kilo ağırlığındaki bronz paralar bizlere bunu göstermektedir. Mal değişiminde malların bedelini değerli maddeler ile ödemek ihtiyacı, para kavramının ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bugünkü şekline en yakın paraları, milattan evvel yedinci yüzyılda Batı Anadolu’da Lidyalıların kullandığı biliniyor. Romalılar, para basma işini daha ileri götürerek altın paraları ortaya çıkardılar. Ancak altın yumuşak bir maden olduğu için elden ele dolaşırken veya keselerin içinde sürtünmeden dolayı çabuk aşındığı için, bunu biraz önleyebilmek için kenarlarına tırtıl yapmışlardır. Osmanlılarda ilk sikkeyi Orhan Gazi kestirmiştir. Ünlü bir tarihçi diyormuş ki, düşman basmaktan sikke basmaya fazla vakit ayıramayan Sultan Osman devrinde kullanılan paralar Selçuklu paralarıdır. Orhan Gazi’nin kestirdiği sikkeler gümüşten yapılmıştı. Sikke, akça ve mangır adıyla anılan Osmanlı paralarında önceleri gümüşle bakır karışımı kullanıldı. İlk altın sikkesini Fatih Sultan Mehmet kestirdi. Para adını taşıyan ilk Osmanlı sikkeleriyle mangır yerine geçen kuruş adını taşıyan paralar, Dördüncü Murat devrinde dolaşıma çıkarılmıştı. Lira adı ise, ilk defa, Üçüncü Ahmet devri sikkelerinde kullanıldı. Kaime adını taşıyan, daha sonraları kayme şeklinde dönüşen ilk kâğıt parayı, ikinci Mahmut bastırdı.
 
DERS–109
Şehri akşamüstü sis basmıştı. Sis Haliç yolu ile gelmiş, önce mavnalar, çatanalar, köprüler, sonra kuleler, mağazalar kaybolmuştu. Liman, düdük sesleri içindeydi. Vapurlar acı acı bağrışmışlardı. Sonra bir sessizlik. Işıklar yayılıverdiler. İçim sevinçle doldu. Başını kuma sokan devekuşu misali rahattım. Limana baktım, sular uçuyordu. Cebimden oltayı çıkardım. Kararım kesin idi. Balık tutacak sonra satacak, akşamları da balıkların parası ile içecektim. Aldım naylon oltayı, uzunca taktım zokayı. Parlattım çakımla. Koydum istavrit iğnesini ve saldım denize oltayı daha sis basmadan etrafı. Kıpırdamadı bile. Oltacının verdiği cıva ile parlattım zokayı, yine banamısın demedi olta. Ben de vazgeçtim balık tutmaktan. Geldim, dayandım elektrik direğine. Sonra indim oturdum köprü altına. Jiletle bir istavritten iki yaprak kestim. Saldım yaprak yeşili köprü altı suyuna. Herkes toplanmış bakıyordu. Garip bir utanma geldi bana. Balık tutamamaktan utanacağıma, balık tutmaktan utanıyordum. Perişan çocuk, bunların tuttukları lüfer mi, ağabey dedi. Lüfer dedim. Sen şu benim oltayı biraz tutsana. Gidip bir simit aldım geldim. Oltayı vermek istedi. Kalsın, kalsın dedim. Ben birazda dinleneyim. Üç dakikada iki balık daha tutuverdi.
  
DERS–110
Orduda ve halk arasında Mustafa Kemal adı tamamen yayılmıştır. O, her tarafta bozgunlar verdiğimiz, her taraftan çekildiğimiz korkunç harp yıllarında karanlık içinde yol gösteren bir yıldız gibi parıldıyordu. Bu şöhretini bile çekemeyenler, o zamanlar çıkan resimli bir harp dergisinde, Mustafa Kemal’in basılmak üzere bulunan resmini çıkartmak emrini verdiler ve onun yerine, Alman generalinin resmini bastılar. Ne var ki, artık onun dehasına, karakter kuvvetine, yiğitliğine inanmayan da kalmamıştı. O, nişanlarını ve madalyalarını, ordu ve halk saygısını politika yollarından değil, şerefli meslek ve ahlak başarılarıyla kazanıyordu. Savaş içindeki sefaletler ve cephelerdeki bozgunlar halkı ve aklı erenleri, iktidardan soğutmuş olduğundan, gönüller harp politikasının ve başta olan hükümetin muhalifi de olduğunu bildikleri Mustafa Kemal’e dönmüştü. Resmi edebiyat, elinden geldiği kadar, onu unutturmağa ve gölgede bırakmağa uğraşıyordu. Fakat o ölüm günlerinde, bu büyük askere görev vermekten de kimse kaçınamıyordu. Oysaki o vazife aldıkça başarıyor ve yeniden parıldıyordu.
 
DERS-
Kış, adanın her yanına yerleşebilmek için rüzgârlarını poyraz, yıldız poyraz, maestro, dradumana, gün doğusu, batı karayel, karayel şeklinde seferber ettiği zaman; öteki yakada yaz, daha henüz pılını pırtısını toplamamış, oldukça mahzun göçmen gibi, bir kenara oturmuştur. Gitmekle gitmemek arasında sallanır bir halde, elinde pasaport, çıkınında da üç beş altın, bekleyen bu güzel yüzlü taze göçmen kızını benden başka bu adada seven hemen hiç kimse yoktur, diyebilirim. Övünmek için değil. Artık herkesin yeni başlayacak olan altı yedi aylık soğuk hayata kendini şimdiden hem alıştırmak ve hem de hazırlamak için bir şeyler yapmaya çalıştığı bu tür günlerde ben; tembelliğim, hep kaçan kovalayan huyumla yazın, o taze göçmenin peşine düşmüş, onu yakalamaya çalışmışımdır. Nerede yakalar isem orada kucaklayıveririm onu. Kimi bir çamın gölgesinde durgun ve güneşsizdir. Kimi ise çimenlikte, bütün eski heybetiyle daha yeni başlamıştır. Daha yazın parça parça, lime lime, bohça bohça eşyalarıyla gitmek için fazla telaş etmediği o yakada hiç ev yoktur. Yalnız bir tek kır kahvesi vardır. Bu kır kahvesinin tahta masaları üstünde karıncalar gezer, sinekler kahve fincanının etrafına bir iner bir çıkar. Etrafta sesler artık kesilmiştir.
 
DERS–111–112
Nasreddin Hoca, yedi asırdan beri dünyaya gülen o koca adam. Ona her yerde bir beşik ve her devirde bir mezar gösterilir. Amma o bunlardan hangisinde sallandı, büyüdü? Bugün de nerede yattığını Allah bilir. Bizim bir bildiğimiz, bir duyduğumuz var o da bugün bir kolu doğuda, bir kolu batıda ve ruhu edebilikte bir baştadır. O, bu dünya durdukça duracaktır. Bu ne sihirdir, ne keramet; ne de şöyle bir el çabukluğu marifet. Nasreddin Hocayı bu ölmezliğe eriştiren gülen yüzü, tatlı dilidir. Biri gönlün yaylası, biri de yaylanın güneşidir. Zaten adam dediğinde yüzünden belli olur, ya sözünden. Kötü adam acı soğan sözlü ve kara bulut yüzlüdür. Bu kara gülmezlerin yüzlerinden düşen yüz parçaya bölünür. Saya yağı ile yağlar, çakırdikenle dağlar. Hâlbuki iyi adam tatlı dilli güler yüzlüdür. Bu güleç yüzlü adamların yüzlerinden nur mu dedin nur akar, dillerinden de bal mı dedin bal damlar. Hele de hocanın. Ne gözünde bir kabartı vardır ne de yüzünde bir morartı; alnının ortası bile güleç ve şendir. İlle de dili. Alimallah kaymak çalıverir balın üzerine. Gayrı onun sözüne sohbetine ve dediklerine doyulur mu? Hanları hanümanları cümle âlemi ağzına baktırır. Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır. Onun da huyu bu, dobra dobra konuşmak. Bir laf dilinin ucuna geldi mi öyle vezir vüzera gibi yut gitsin etmez. Lakin parmağım gözüne kör kadı hesabı değil, şöyle tam yerine ve dengine getirir ve taşı da gediğine öylesine güzelce oturtuverir.
  
DERS–113
Ferdin fikri hayatındaki hürriyet haklarından birisi de vicdan hürriyetidir. Her fert, istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine mahsus siyasi bir fikre malik olmak, intihap ettiği dinin icabetini yapmak veya yapmamak, hak ve hürriyetine maliktir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hakim olunamaz. Vicdan hürriyeti, mutlak ve taarruz edilmez, ferdin tabii haklarının en mühimlerinden tanınmalıdır. Medeniyetin geri olduğu cehalet devirlerinde, fikir ve vicdan hürriyeti tahakküm ve tazyik altında idi; insanlık bundan çok zarar görmüştür. Bilhassa, din muhafızlığı kisvesine bürünenlerin, hakikati düşünebilenler, söyleyebilenler hakkında reva gördükleri zulüm ve işkenceler, insanlık tarihinde, daima kirli facialar olarak kalacaktır. Türkiye Cumhuriyetinde, her reşit, dinini iltihapta hür olduğu gibi, muayyen bir dinin merasimi de serbesttir; yani ayin hürriyeti masundur. Tabiatıyla, ayinler asayiş ve umumi adaba mugayir olamaz; siyasi nümayiş şeklinde de yapılamaz. Mazide çok görülmüş olan bu gibi hallere, artık Türkiye Cumhuriyeti asla tahammül edemez. Bir de, Türkiye Cumhuriyeti dahilinde, bilumum tekkeler ve zaviyeler ve türbeler kanunla set edilmiştir. Tarikatlar lağvolunmuştur. Şeyhlik, dervişlik, çelebilir, halifelik, falcılık, büyücülük, türbedarlık vs. irtica membaı ve cehalet damgalarıdır. Türk milleti böyle müesseselere ve onların mensuplarına tahammül edemezdi ve etmedi.
 
DERS–114
Atatürk yüksek zekâlı bir insan olduğu için şarlar olgunlaşmadıkça fikirlerini ortaya atmaz; zamanı gelmemiş ise ortaya atılmazdı. Yoksa çoktan harcanıp gideceğine şüphe yoktu. Sabretmeyi, günü beklemeyi bilmiştir. Atatürk’ün ideali ne idi? Bu ikiye ayrılabilir. Memleketi ve milleti için idealleri tam manasıyla medeni bir Türkiye ve medeni bir Türk idi. Yurtta barış, cihanda barış; onun sözüdür. O, bu sözünde samimi idi. İlk dünya savaşından sonraki idareciler sivildirler. Fakat mareşal üniforması giymişler ve ölünceye kadar da üniformalarını çıkarmamışlar, milletlerini savaşa hazırlamışlardır. Atatürk ise asker ve mareşaldi. Zaferden sonra üniformasını çıkardı, sivil elbise giyindi. Daima barış anlaşmaları ve barış tertipleri yaptı. Hatay gibi canını sıkan bir vatan meselesini bile barış yolu ile halletmek, Türk kanı döktürmemek için kendini yordu. Bu da, hastalığını ağırlaştıran bir sebep olmuştur. Atatürk, esir milletlerin kurtuluşlarını her zaman desteklemişti. Bir sabah şafak söküyordu. Atatürk, şimdi doğacak güneşe bakın dedi. Ufukta günün ilk ışıkları belirmişti. Şimdi günün ağardığını nasıl görüyorsam; uzaktan, bütün şark milletlerinin uyanışlarını da öyle görüyorum, dedi. Atatürk, İstiklal Savaşı’nı kazanarak, şark milletlerini uyandırdı.
  
DERS–115
İnsanlar, giderlerini gelirlerine göre düzenlemek ve yapmak zorundadırlar. Birçoğumuzun geliri çok çeşitli olan ihtiyaçlarımızın tamamen temin edilmesine yetmez. Sağlığımızı korumak ve gerekli kaloriyi alabilmek için, zorunlu ihtiyaçlara yeteri kadar para ayırmak zorundayız. Bunun için bir gider planı hazırlanması ve bu plana göre, harcamaların kaydı ile izlenmesi gerekir. Ufak bir işyeri sahibinin işe başladıktan bir süre sonra, koyduğu sermayenin dağılan durumunu bilmesi gerekir. İşte bu kimse, elinde mevcut para ve malı hesaplamakla sermaye durumunu iyice tespit edemez. Bu tacirin, veresiye yapmış olduğu alış verişlerden alacaklarını ve borçlarını şahız, kıymet ve miktar olarak izlemesi, alacakları arasında tahsili şüphelileri bilmesi gerekir. Alış verişlerinden hasıl olan karı veya zararı ve giderleri basit bir şekilde ortaya çıkarması gerekir. Bunun için de, belgeler düzenlemek, defterler üzerinde kayıtlar yapmak zorunda kalır. Gerekli belgelerin düzenlenmesi ve defterler üzerinde kayıtların yapılması muhasebe işi ve konusudur. İşletme genişleyip iş hacmi artınca da işbölümü yapılması ve memur, muhasebeci, veznedar gibi elemanlar alınması, muhasebe düzenlenesi yapılması zorunluluğu doğar. Yapılan işlemlerin hesap planına dayalı ve metotlu olarak; kayıt, takip ve kontrol edilmesini sağlamak ve işletmelerin mali, ekonomik ve hukuki durumları hakkında sağlıklı ve tam bilgi edinilmesini sağlamak muhasebenin amacı olmakta bu amaca erişilmek için çalışılmaktadır.
 
DERS–119
Atatürk’ün ideali, milletin kendi kendisini idare etmesiydi. Millet, kendi iradesine tam olarak sahip olmalı idi. Millet iradesi, mukaddesatçı medrese takımının ve irticanın Allah adına baskısından kurtulmalıydı. Milletin vicdanı ve kafası hür olmalıydı. İşte Atatürk bütün otoritesini; millet iradesini ve inancını kendi diktaları altında bulundurmakta direnen bu sınıfa karşı kullanmıştır. O, benim siyasi hayatımda bir taraflı olarak her zaman aradığım ve arayacağım temel; laik cumhuriyettir, demiştir. Bu nedenle, ilk çıkarılan inkılâplar kanunlarından biri, öğretimin birleştirilmesi kanunudur. Atatürk, eğitim ve öğretimin birleştirilmesi ilkesinin hemen uygulanmasını lüzumlu görüyoruz; bu yolda gecikmenin zararları ve bu yolda acele etmenin ciddi ve derin yararları, kararı çabuk almamızı gerektirmektedir, demiştir. Türkiye’nin maarif siyasetini; her derecesinde, açıkça ve hiçbir kuşkuya yer vermeyen kesinlikle ifade etmek ve uygulamak gerekir; bu siyaset her manasıyla milli olmalıdır diyerek, eğitimde birliği sağlamanın önemini belirtmiştir. Bu kanunla bütün ilim ve öğretim kuruluşları Milli Eğitim Bakanlığının idaresine bırakılmış, medreseler ve okullar bu bakanlığa devredilmiş ve bağlanmıştır. Din uzmanları yetiştirmek üzere İlahiyat Fakültesi, hitabet ve imamet gibi din hizmetlerinin yerine getirilmesiyle görevli memurların yetiştirilebilmesi için ise ayrı okullar açılması yetkisi de yine bu kanunla Milli Eğitim Bakanlığı’na verilmiştir.
 
DERS–120–122
Mustafa Kemal bu işi de başardı. Ankara’da komisyona yeni bir yazı alfabesi yapma görevini verdi. Herkes düşünüyordu; bir millet yazısını nasıl değiştirebilir? Ne kadar zamanda değiştirebilir? Ne düşündü arkadaşlar süre meselesi için diye sordu. Beş yıl diyen var, on beş diyen var. Birkaç sene, okullarda iki yazıyı bir arada öğretmelidir. Önce yarımşar sütundan başlayan gazeteler de beş yılda bütün gazeteyi kaplamak üzere yeni yazı ile basılan kısımlarını artırmalıdırlar, diyorlar. Yüzüme baktı ve çocuğum dedi; bu ya üç ayda olur, ya da hiç olmaz. Gazetenin yeni yazı kısmını, hiç kimse okumaz. Herkes sadece eski yazıyı okur. Bir harb, bir buhran çıktı mı, inkılâp da düşer, demiş idi. Sarayburnu parkında bir gece halka bu inkılabı da haber verdikten sonra, yola çıktı. Yer yer dolaştı, halka öğretmenlik etti. Sonuçta, bir iki sene içinde yeni yazıyla okuyup yazanların sayısı eski yazı ile okuyup yazanları geçti. Sonra, dil konusunu ele aldı. Mustafa Kemal, büyük bir tarihi ve bağımsız bir dili olmaktan bir milletin büyük olamayacağını bilirdi. Türk Dil Kurumunu dil konusu, dilin işlenmesi ile görevlendirdi. Eskiden Türkçe hiç yeni bir kelime, yeni bir terim türetemezdik. Geçmişin gelenek ve görenekleri içinde dağılış ve batış kaderine boyun eğen Türklük bu inkılâplarla gelecek zamanlara doğru, kanat açmaya başlıyordu.
DERS–123–124
Bir yazıyı çizgi veya sıra noktalar üzerine yatay olarak da denk getirmek gerekir. Harfler, çizgiye fazlaca yakın olursa, alt kısımlar rahat okunmaz. Uygun hizalamak için, silindirin gevşetilip kâğıdın aşağı yukarı kaydırılması gerekir. Silindirin gevşetilmesi için silindir gevşetme düğmesi ya da mandalı kullanılır. Bazı makinelerde mandal yerine, satır aralığını sıfır’a getiren düzen vardır. Makineden çıkmış bir kâğıdı tekrar makineye takıp düzeltme yapmak gerekebilir. Böyle bir hizalamayı kart tutacaklarının üst kısmından veya T şeklinde olan işaretlerden yararlanıp yapabiliriz. Şeridin üst kenarı da hizalamada yardımcı olabilir. Dikey olarak da harfi tam yerine oturtmak, yani sağdaki veya soldaki harfin üzerine bindirmemek için harf kılavuzundan yararlanıp hizalarız. Dikey hizalama için geri tuşuna yeteri kadar basarak parmağımızı çekmeden, düzeltmeyi yaparız. Kâğıt gevşetme mandalını açıp kâğıdı sağa sola, yukarı aşağı oynatmak suretiyle de uygun yazış noktası bulunabilir. Düzeltmeyi yapmadan evvel, şerit düzenini beyaz’a getirir ve sonra tuşa vururuz. Eğer, harf tam yerine oturuyor ise siyah’a getirip tekrar yazarız.
DERS
Şimdi öğleden sonra saat dört. İkinci Gazze muharebesinin üçüncü ve son gününü bitirmek üzereyiz. Düşman son hücuma kalkacak. On birinci bölük, siperinde günü telaşsız geçirdi. Sonra, düşmanın en şiddetli hücumlarını püskürttü. Barut ve demirden kürelerin müthiş bir patlayışı var. Ansızın geniş bir saha kalın dumana boğulur, güneşin ziyası söner; sonra açılan dumanın altında düşman dalgalarının boşluğu görülür; düzgün kıtalar sendelerler ve telaş gösterirler. Bir bomba, siperin önündeki toprağa düştü. Ve yalnız toz kalktı. Bir er, fırlayıp bombayı omzuna aldı ve düşmanın bir saniye kesilmeyen ateşi altında siperine döndü. Bu sefer bomba hakiki hedefini de buldu. Tarih, böyle kahramanların ismini yazmaz; fakat Gazze Muharebesinin son gününü görenler on birinci bölüğün ismini unutamazlar. Birçok kıtamız sonradan aynı siperde çarpıştı. Amma hepsi siperi, on birinci bölük siperi ve o küçük tepeyi bomba tepesi diye andılar. Haziranın en ziyade sıcak günündeyiz. Düşman mermilerinden bazıları ölçülecek. Nefere emrettim ve nefer hiç tereddütsüz siperden çıktı, topçu ateşi ve makineli ateşi altında; kocaman, yirmi dörtlük bir gemi topu mermisini kazması ile çıkardı. Mermiyi ölçüp karargâhıma dönerken kendi kendime hep bu neferi düşünüyordum. Çünkü bu adam o top ateşi ve yeri yalayan piyade ateşi altında, muhakemesiz ve sendelemeksizin hayatını feda etti ve hiç bezginlik göstermeksizin öyle bir iş yaptı ki, bunun faydası da zararı da, onun kendisi için meçhuldü.
 
DERS–126
Çizgi üzerine bir yazıyı ortalayıp yazmak için bu çizginin vuruş cinsinden uzunluğu bulunur. Çizginin başından sonuna kadar aralık çubuğuna sayarak vurulur. Yazının vuruş sayısı, bu sayıdan çıkarılır ve yarısı kadar içeriye girerek yazılır. Bölmeli cetvelden yararlanarak, ya da bir üst satıra bakarak da, çizginin uzunluğunu bulmak mümkündür. Basit usul ise şudur: Şaryo çizginin başlangıcına getirilir. Ortalanacak yazının her bir harfi okunurken aralık çubuğuna da vurulur. Boşluklar için de aralık çubuğuna vurulur. Okuyarak aralık çubuğuna vurma bitince de, yine aralık çubuğuna vurup çizgi sonuna kadar kaç vuruşluk yer kaldığı sayılır; yarısı kadar, çizgi başlangıcından içeri girilip yazılır. Artan tek sayı olursa, solda az ve sağda ise bir vuruş fazla ara bırakmak mümkündür. Tam ortalamaya gerek yoksa göz kararı ile kestirerek de yazılabilir. Yatay olarak, çizgi üzerine denk getirmek için de, kart tutacaklarından ya da şeridin üst kenarından yararlanıp hizalayarak yazıyı yazarız. Harfler bir milim kadar üstte olur.
 
DERS–128–129
Bazı makinelerde ondalık tabülatör düzeni yoktur; tabülatör hareket tuşları yerine, sadece bir tane uzun çubuk vardır. Şaryo, birler, onlar vb. hanelerine göre durmaz. Şaryo bir tek noktada duracağından, bu durak yeri iyi seçilmelidir. Sütundaki sayıların hanelerine bakılır; fazla geçen hanenin bulunduğu noktaya durak yapılır. Uzun haneli olan sayılar için geri tuşuna basılır; kısalar için de aralık çubuğu kullanılır. Durağı, geri tuşunun az kullanılacağı yere göre seçeriz. Çünkü aralık çubuğuna vurmak, geri tuşuna basmaktan kolaydır. Bu tür düzenleme, az sütunlu cetveller için yapılır. Çok sütunlularda, karışıklık ve zorluk doğabilir.
 
DERS–130–131
Çizelge yaparken, satırlara aralıklı olarak nokta konulabilir. İlk satırın son harfinden sonra, bir kez aralık çubuğuna vurulup nokta konulur; tekrar aralık çubuğuna vurulup nokta konularak sıra noktalara devam edilir. Bütün satırlardaki noktaları alt alta getirmek için birinci satıra konulan ilk noktanın, bölmeli cetvelde hangi sayının hizasına geldiğine bakılır. Sayı tek ise, diğer satırlarda da ilk noktalar tek sayı hizasından; çiftse, çift sayı hizasından başlanarak yazılır. Eğer, bir satırda aralık çubuğuna vurulduktan sonra ilk nokta denk gelmiyorsa, bir kez daha aralık çubuğuna vurulur. Bu durumda ilk nokta, iki kez aralık çubuğuna vurulduktan sonra yazılmış olur. Bu suretle, bütün satırlardaki noktalar alt alta gelmiş olur.
 
DERS–134–135
Bir fikre, ancak ve yalnız, yine bir fikirle karşılık vermek mümkündür. Bir konudaki yanlış düşünceleri sadece bu yolla çürütebiliriz. Bir konuyu tartıştığımız zaman; bu konu hakkında ileri sürülen fikirlere, onların yanlışlığını açıkça ortaya koyacak türden fikirlere sahip olmadan karşı çıkarsak bilgisiz olduğumuzu ortaya koymuş oluruz. Zor ile kendi düşüncelerimizi kabul ettirmek istiyor isek kökünden, bu konuda haksız olduğumuzu belli etmiş oluruz. İddialarımızı zorla kabul ettirmenin mümkün olamayacağını bilmek de bizi, boşuna harcayacağımız çabalardan kurtarmış olur. Bazı delilleri ortaya koyarak, düşündüklerimizin doğru olduğunu, yerinde olduğunu göstermek, öbür yanlış fikirleri çürüttüğümüz gibi; bizim bu konu üzerindeki üstünlüğümüzü de ortaya koyar. Düşüncelerimizi, ancak bu yolla başkalarına benimsetebiliriz. Demek ki, her türlü fikirle tartışmanın da yalnız ve ancak yine fikirle yapılabileceği, doğru yolun ancak böylece bulunabileceği, kabulü gereken bir gerçek oluyor.
  
DERS–137
Bir hanımın, hiçbir yerde erkeğin solunda oturmaması gerekir. Otomobilde de kural aynıdır. Şayet, otomobili şoför kullanıyorsa araba sahibi arkada, direksiyonun arkasına düşen yere değil; önü açık, boş kalan yerin hizasına oturur. Yemekli vagonda, bayanlar trenin gidiş yönüne yüzleri dönük olarak otururlar. İki hanım yan yana oturur. Bayan tekse, pencere kenarına oturur. İki arkadaş, karşı karşıya otururlar. Yapamayacağınız bir şeyi, yaparım demeyin; vaade bulunmayın. Önemli ya da önemsiz, eğer bir söz vermişseniz, sözünüzü mutlaka tutun. Yaşamın daha anlamlı olması için, görgü kuralları insanlara yardımcı olur. Görgü kurallarına uymak, aşırı kibarlık veya çıtkırıldımlık değildir. Uzun bir zaman sürecinde oluşan bu kurallar, denemelerin sonucudur. Görgü kuralları memleketten memlekete farklılıklar gösterebilir. Ancak, hepsindeki öz aynıdır. Bu da, yaşamayı daha kolay ve topluma uyumlu duruma getirmek ve insan sevgisi yaratmaktır. Kuralları; görüp, yaşayıp, okuyup öğrenebiliriz.
 
DERS–138
Medeniyet yolunda başarı yenileşmeye ve yenileşme isteğine bağlıdır. Sosyal hayatta olsun, ekonomik hayatta olsun, ilim ve fen sahasında olsun, başarılı olmak için biricik olgunlaşma, ilerleme yolu budur. Hayat ve yaşayışa hakim olan hükümlerin de zamanla değişmesi, gelişmesi, yenileşmesi zorunlu olmaktadır. Medeniyetin yarattığı arzular, fennin harikaları; cihanı değişiklikten değişikliğe koşturduğu, sürüklediği bir devirse asırlık eskimiş, köhne zihniyetlerle, geçmişe düşkünlükle varlığın muhafazası mümkün değildir. Medeniyetten söz ederken, şunu kesinlikle söylemeliyim ki, medeniyetin esası, ilerleme ve kuvvetin temeli; aile hayatındadır. Bu hayatta fenalık, mutlaka sosyal, ekonomik, siyasal düşkünlüğe neden olur. Aileyi teşkil eden kadın ve erkek unsurlarının, tabii haklarına malik olmaları, aile görevlerini idareye istekli, yetenekli bulunmaları icap eder. Artık duramayız. Mutlaka ileri gideceğiz; çünkü gitmeye mecburuz. Millet açıkça bilmelidir; medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki, ona kayıtsız olanları yakar, mahveder. İçinde olduğumuz medeniyet ailesindeki layık olduğumuz yeri bulacağız. Bu yeri koruyacağız ve yükselteceğiz. Refah da, mutluluk da, insanlık da bundadır. Biz bu batı medeniyetini taklitçilik yapalım diye almıyoruz. Onda iyi olarak gördüklerimizi, kendi bünyemize uygun bulduğumuzdan, dünya medeniyet düzeyi içinde benimsemiş olmaktayız.
 
DERS–145–151
Okullar sadece bilgi aktaran, ilim veren kuruluşlar olamazlar. İnsanlığa hizmet, millet ve memleket sevgisi, şerefli ve bağımsız yaşama isteği de okulda öğretilir. Bilgili ve feyizli olarak yetişen gençler, bağımsızlık tehlikeye düştüğü zaman, onu korumak için takip edilmesi uygun olan doğru yolu da okulda öğrenirler. Memleket ve milleti kurtarmaya çalışanların da aynı zamanda mesleklerinde birer namuslu uzman ve birer bilgin olmaları lazımdır. Bunu sağlayan okuldur. Ancak böyle her türlü teşebbüsün mantıklı sonuçlara ulaşması, başarıya erişilmesi mümkün olur. Rehberimizin de ima müspet ilim ve teknik olması lazımdır. Memleketi ilim, kültür, ekonomi ve imar sahasında yükseltmek, milletimizin kabiliyetini geliştirmek ve gelecek nesillere; sağlam, değişmez ve olumlu bir karakter vermek gerekir. Bu da, öğretmenle örencinin bilgiyi, doğruyu aramada, bulmada aynı arzu ve heyecanı duymalarıyla sağlanır. Milletimiz çok büyük fedakârlıklarla bağımsızlığını kazanarak bu cumhuriyet idaresini kurdu. Cumhuriyet; disiplin, çalışkanlık, doğrulur, fikir ve vicdan hürriyeti, hâkimiyetin kayıtsız şartsız millette olması gibi prensipler üzerine kuruludur. Eğitim sayesinde de fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli insanlar yetiştirilebilir. Ancak böyle yetişmiş insanlardır ki, fazilet rejimi olan Cumhuriyeti koruyabilirler. Eğitim bir süs ve başkalarına üstünlük taslama ve hükmetme vasıtası veya medeni bir zevk olamaz. Eğitim medeni hayatta başarılı olmayı sağlayan pratik, kullanılması kolay ve mümkün bilgileri veren, anlayış kazandıran, en doğru şekilde düşünmeyi öğreten, milli şuuru kuvvetlendiren bir vasıtadır. Eğitim, toplumun ihtiyaçlarına cevap vermeli ve çağdaş olmalıdır. Kalkınmanın, medeniyet yolunda başarıyla ilerlemenin sırrı; aklın ve ilmin yol göstericiliğidir. Ancak bilim milletlerarası, eğitim ise millidir. Eğitim milli olduğu takdirde, bir milleti hür, bağımsız, şanlı ve yüksek bir cemiyet halinde yaşatır. Türk milletinin varlığıyla, birliğiyle ve hakkıyla çelişen bütün yabancı unsurlarla savaşmanın lüzumuna, her Türk vatandaşı yürekten inanmalıdır. Cumhuriyete ve bağımsızlığımıza karşı olan her türlü fikir ve ideolojiyle savaşmak zorundayız. Savaşma da yalnız topla tüfekle olmaz. Bunun için gerekli olan kültür değerleri ve manevi değerlerle teçhiz edilmemizi, milli ve çağdaş eğitim sağlayacaktır. Kuşaklar arasında köprü kurulmasını sağlayan eğitim, Türk milletinin daha güçlü, daha refahlı olmasında ve insanların mutluluğunda, Türk devletinin milli davalarının ve ideolojisinin anlaşılmasında, daima önemli bir faktör olarak kalacaktır.
 
DERS–152–164
Her zamanki gibi, bu kez de O’nun dedikleri doğru çıktı. Düşman ordusu, başlarında kralları olarak, geldikleri yerlere döndüler. Meclis bu zafer üzerine Mustafa Kemal’e gazilik unvanını ve mareşallik rütbesini verdi. Gazi Mustafa Kemal Sakarya da çarpışan askerlere bir beyanname yazdı. Askerler, kurtuluş için yaptığınız bu savaştan çok daha önceleri sizi başka meydan muharebelerinde de tanımıştım. Dünyanın hiçbir ordusunda, yüreği seninki kadar temiz, seninkinden sağlam askere rastlanmamıştır. Her zaferin mayası sendedir. İnancınla ve imanınla hiçbir korkunun yıldıramadığı demir gibi sağlam ve temiz kalbinle düşmanı nihayet alt eden büyük gayretin için minnet ve şükranımı söylemeyi nefsime en aziz borç bilirim. Sizin gibi komutanları, askerleri olan bir milletin, yabancıya köle olması mümkün değildir, diye yazdı. Sakarya artık savunma vuruşmalarının sonu idi. Düşman, bir daha taarruz edemeyecekti. Çekildiği hatlar karşısında toplanmak ve son darbeyi indirmek lazımdı. Düşman son hücumda aldığı bütün yerleri bırakıp çekildi.
  
DERS
Sekreter, amirinin sağ koludur. Ve bu durumda da, amirinin yapmaya vakit ve imkân bulamadığı işleri yapar. Tipik bir sekreterin, iş saatinin başlamasından önce büroya gelmesi ve amirinin masasının, koltuğunun temiz olmasını, dolma kaleminde mürekkep bulunmasını, kalemlerinin yontulmuş olmasını, sigara tablasının temizlenmiş olmasını sağlamakla başlayan günlük işlerini gözden geçirelim. Ayrıca bütün bunların, çalışma saatinden evvel yapılması gerektiğini de unutmayalım. Bundan sonra sekreter kendi masasına gider, aynı temizlik kontrolünü bu kez kendisi için yapar. Sonra da, dikte alabilmek için stenografi defterini, temiz bir sayfa çevirmek ve tarih atmak suretiyle hazırlar. Takvimini, randevu bloğunu kontrol eder ve amirine günlük mühim işleri hatırlatmak üzere notlar yazarak masasının üstüne bırakır. Kullanılacak malzemelerin yeterli olup olmadığına ve küçük kasanın durumuna bakmak gibi gündelik işlerine devam eder. Telefon konuşmaları olduğu takdirde, herhangi bir konunun özünü kavrar; bu konuyu çabuk ve doğru olarak not eder ve telefonda düzgün ve ahenkli bir sesle konuşur. Amir geldiği zaman, bir gülümseme ve nazik bir günaydınla karşılar. Telefon mesajlarını alır ve günün randevu ve çalışma programını uygulamaya koyulur. Mektupları açmadan önce gözden geçirerek kişisel olanları ayırır. Öbür mektupları dikkatle açar. Mektubun eki varsa, mektuba iliştirir. Mektuplarda istenen bilgi varsa dosyalardan çıkarır. Hepsini amirine götürür. Amir, sekretere dikteler verir. Sekreter bunu bildiği için, dolma kalemini ve yedek kalemleri ile not defterini hazır tutar. Dikteden sonra mektupları yazar; diğer yazı işlerini yapar. Çevirme yaparken veya mektup yazarken yazım ve dilbilgisi kurallarına dikkat eder. Eğer gerekiyorsa, mektuplardaki hesapları denetler. Bu işi yapabilmesi için, dört işlemin nasıl yapıldığını, yüzdelerin ve karların nasıl yazıldığını ve ondalıklarla kesirlerin nasıl kullanıldığını bilmesi gerekir. Bazı mektupları da, sadece amirinin verdiği bazı açıklamalara dayanarak kendi kendine yazar. Bütün bunları, nezaketle ve siyasetle yapmaya çalışır. Sekreter, büroya gelenlere karşı da çalıştığı müessesenin temsilcisi sayılır. Çalışma saatlerinden sonra, yazı makinesini temizler, örtüsünü örter. O gün tamamlanamayan işleri takvime yazar. Ve böylece günlük çalışmasını bitirir. İşlerini yaparken, iş hakkında iyi ve temel bir anlayışın olması gerekir. İş hayatında geçen esas terimlerin anlamını kavraması gerekir. İşin nasıl yürüdüğünü ve ne amaçla kurulduğunu bilmesi, kavraması lazımdır. Okuma, yazma ve hesaba ait temel ve yeterli bilgisi olmalıdır. Heceleme, noktalama işaretleri, dilbilgisi hakkında bilgisi olmalı ve düzgün bir el yazısıyla yazabilmelidir. Konuşması, gerek şahıslarla konuşurken ve gerekse telefonda, her zaman ahenkli ve nazik olmalıdır. Sekreterin, bu genel becerilerden başka, her şeyden evvel birçok teknik becerileri de olmalıdır. Doğru ve hızlı olarak yazı makinesinde yazmak, stenoyla hızlı olarak not almasını bilmek, dosyalama ve muhasebe kuralları hakkında bilgi sahibi olmak, mektupları düzenleyebilmek kabiliyeti ve basit büro idaresi. Sekreterlerin işten çıkartılmalarında, en baştaki neden kişilik zayıflığıdır. Bir amir; sekreterin, daktilografi ve stenografisindeki ufak noksanlara göz yumabilir. Fakat sekreterin, direktiflere uymasını, hatasız, düzenli bir çalışma planlamasını bilen, uysal, sadık ve her şeyden önce yerinde söz söylemesini ve hareket etmesini bilen, ihtiyatlı, temkinli, nazik ve hoş görünüşlü bir şahsiyet olmasını ister. Sekreterler, genellikle büro işleri üzerinde ve bunların çeşitlikleri üzerinde tecrübe kazanmışlardır. Sekreterliğe başlamadan önce stenograflık, muhasebe memurluğu, daktilograflık, dosya memurluğu ve birçok başka görevlerden terfi etmişlerdir. Sekreterin sorumluluğu geniştir; tam belirli de değildir. Bu nedenle çok özen gerektirir. Yalnız seçkin bir beceri, yetenek, eğitim ve deneyime sahip olan memurlardır ki, ehliyetli bir sekreterin nasibi olan kazanç ve itibara da erişmiş ve iş hayatında mutluluğu tatmış olabilirler.
  
DERS–165–169
Büyük küçüğe, kadın erkeğe el uzatır. Büyük ya da kadın el uzatmazsa, karşısındaki kendiliğinden uzatmamalıdır. Tanışmalarda, tebessüm edilir. Bir ziyafet sofrasında bir hanım, eğer tanımadığı bir erkeğin yanına düşerse ismini vermeden onunla konuşur. Erkek isim verirse, kendisi de ismini söyleyebilir. Yolda veya bir taşıtta selamlaştığınız bir kimseyi, yanınızda bulunana takdim etmeyiniz. Sokakta rastladığınız bir tanıdık ile konuşurken, beraber yürüdüğünüz bir şahıs var ise onun sizden birkaç adım ötede beklemesi uygundur. Kadınla yürüyen bir erkek, yanındakinden izin alıp durmazsa karşıdan gelen yalnız erkek kesinlikle durmamalıdır. Erkek, kadını sağına alarak yürür. Sağ taraf tehlikeli ise kadını sola alır. Bazı yerlerde sigara içilmemelidir. Hasta ve çocuk yanında, yatak odasında, kapalı yerlerde, büyüğün huzurunda, cenaze töreninde, misafir karşılarken ya da misafire gidilen yere girilirken, asansörde ve ibadet yerlerinde. Yolda, bir bayanla yüründüğü ya da konuşulduğu zaman erkek de sigara içemez. Bir hanımın sokakta sigara içmesi yakışık almaz. Genç bir erkek, akraba olsun yabancı olsun, şapka çıkarmadan genç bir bayana selam veremez. Şapkasını çıkaran, ayrıca başını eğerek selam vermez. Toplu yerlerde çiklet çiğnenmez. Tiyatroda, koltukta oturanların önünden geçip yerinizi almaya giderken; yüzünüzün ve vücudunuzun sahneye dönük olması gerekir. Yani sırtınız, geçtiğiniz sırada oturanlara dönük olarak, dar yolu geçip yerinize oturmuş oluyorsunuz.
DERS–170–179
Dünya işleri ile din işlerini birbirine karıştırmak, dönen dünyayı durdurmaya kalkışmak demektir. Dünya döner, durmaz. Onun üzerinde yaşayıp da duran milletler ise, yürüyenlerin ve ilerleyenlerin kölesi olurlar. Laik düşünce benimsenmeden ve laiklik gerçek anlamıyla uygulanmadan, gerçek insan olmaya, ileri toplum olmaya, çağdaş devlet olmaya imkân yoktu. Türk inkılâbında laiklik, sosyal hayatı kökten değiştiren, toplumun bütün kurumlarına dini yönden bağımsızlık kazandırmayı amaç edinen bir hareket olmuştur. Medeni milletler önünde saygınlık kazanmak isteyen Türk milletinin çocuklarına vereceği eğitimi, mektep ve medrese namında, birbirinden büsbütün başka iki çeşit kuruluşa teslim etmeye katlanabilir miyiz? Eğitim ve öğretim birleştirilmedikçe; aynı fikirde ve aynı zihniyette kişilerden meydana gelecek bir millet yaratmaya imkân aramak; olmayacak şeylerle, abesle, uğraşmak olmaz mı? Çağdışı bir eğitim düzeni olan medrese eğitiminin değiştirilip eğitimimizin laik ve ilerici esaslara göre kurulması da Cumhuriyeti başarıya götüren bir yol olmuştur. Türk milletini kalkınmış duruma getirmek, onu sağlam bir bünyeye kavuşturmak, eğitim ve öğretime çok önem verilmesine bağlıdır. İşte bu nedenle, eğitim ve öğretimin birleştirilmesi, okul-/medrese ikiliğinin kaldırılması laikliğin eğitime uygulanması demektir. Büyük meselemiz, en medeni ve en mutlu bir millet olarak, varlığımızı yükseltmektir. Bu, yalnız kurumlarında değil, düşüncelerinde de temelli inkılâp yapan Türk milletinin, dinamik bir ülküsüdür. 
 
 
  Bugün 6 ziyaretçi (10 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol